—FWWSSHHHHHH!
[Yıkımın Dengesi]'nin kapkara yaprakları içe doğru kıvrıldı, bir tanrının son nefesini mühürleyen bir lotus gibi kapandı.
Seran'ın kılıcı ortadan ikiye ayrıldı — runik çekirdek titreyerek, ölmekte olan bir yıldız gibi parıldıyordu. Aurasını ışık şeritleri halinde çöktü, sessiz iplikler halinde bedeninden çözülerek. Ve yine de, siyah alev hareket etti.
Ellerine dokundu.
Ve yakmadı.
Cildini öptü — nazikçe, neredeyse saygıyla. Kısıtlama ile harmanlanmış bir yok oluş dokunuşu.
Seran'ın nefesi kesildi.
Kolları titredi, ama acıdan değil.
Farkına varmasından titriyordu.
Verecek hiçbir şeyi kalmamıştı.
Teknikleri çözülmüştü.
Manası tükenmişti.
Kılıcı kırılmıştı, çelik olarak olmasa da ruh olarak.
Artefakt — artık işe yaramazdı, mührü solmuş ve var olmaması gereken bir teknikle geçersiz hale gelmişti.
Ve sonra...
Lucavion öne çıktı.
Etrafındaki geçersiz ateşin spirali yavaşladı, yoğunlaştı ve durdu. On iki yaprak, sanki hiç var olmamış gibi havada kayboldu. Siyah entropinin izleriyle parıldayan estok kılıcı, aşağıya doğru yöneldi, sonra yavaşça, kasıtlı olarak...
Yükseldi.
Seran kılıcını kaldırmaya çalıştı.
Kılıcı hareket etmedi.
Kolu hareket etmiyordu.
Lucavion'un estok kılıcı boğazının çukuruna hafifçe değdi. Ölümcül.
Tek bir nefes. Tek bir basınç titremesi.
Ve doğrudan içini delip geçecekti.
Seran'ın göz bebekleri küçüldü.
Korku hissetmiyordu.
Kendini açığa çıkmış hissetti.
Hayatını perdelerin arkasında geçirmişti — kimliklerinin üzerine katmanlar halinde yerleştirilmiş maskeler, her biri hassasiyet, amaç ve gururla yapılmış.
Ve bu adam...
Bu ucube, bu yırtık pırtık giysiler ve harap paltolu hayalet...
Birkaç dakika içinde hepsini parçalamıştı.
Şimdi orada duruyordu.
Sessiz.
İzliyordu.
Alevler hala Seran'ın parmaklarının yakınında kıvrılıyordu — cildi kabartacak kadar, ellerinin ne kadar kolay elinden alınabileceğini hatırlatacak kadar.
Ve sonra...
Lucavion nefes verdi.
Ateş söndü.
Kaybolmadı.
Sadece... dondu. Yıkımın eşiğinde, orada durdu.
Ve bıçak hala boğazına dayalıyken...
Lucavion başını eğdi.
Sırıttı.
Ve konuştu.
"Heh..."
Lucavion'un sırıtışı geniş değildi.
Ama keskindi.
Ve hiç sıcaklık içermiyordu.
Sadece tanıma vardı.
"Beni öldürmeye çalışıyordun," dedi yumuşak bir sesle, estok hala Seran'ın boğazının hemen altında duruyordu.
Bu bir soru değildi.
Bir ifadeydi.
Sözler yavaş ve ağır bir şekilde etkisini gösterdi.
Seran konuşmadı.
Konuşmasına gerek yoktu.
Lucavion'un gözleri — o boşluk kadar derin, kırpılmayan ve okunması imkansız gözler — onu buzla kaplı cam gibi taradı. Yine de bıçağı ileri doğru itmedi. Henüz değil.
Bunun yerine, başını hafifçe eğdi. Merakla. Sanki hak etmediği bir isme tutunan acınası bir şeyi inceliyormuş gibi.
"Hissedebiliyordum," dedi Lucavion, sesi hafif, hatta sohbet ediyormuş gibi. "Müdahaleyi."
Serbest elini bir an için kaldırdı — sadece parmaklarını hafifçe hareket ettirdi. Neredeyse bir jest bile sayılmazdı.
"Ama bu senin değildi, değil mi? Tamamen değil."
Seran'ın nefesi yine kesildi. Nabzı hızlandı.
Biliyordu.
Sadece öldürme niyetini değil. Eseri. Geçersiz kılma mührünü.
Sistemdeki anormalliği hissetmişti — kılıcı ölüme yönlendirmek için tasarlanmış eser, arenanın bağlarını sessiz bir tel gibi saran mana. Dövüşün hareketlerini ve öldürmenin akışını okumuştu.
Seran'ın göğsü inip kalktı.
Dizleri titriyordu.
Eskiden gurur ve amaçla demir gibi sert olan elleri, kanlı ve işe yaramaz bir şekilde yanlarında sarkıyordu.
Lucavion'un estok kılıcı boğazında asılı duruyordu, hareketsizliği ile ağırlıksız, sanki dünyayı yanlış nefes almaya cesaret ediyordu.
Seran'ın elindeki altın bıçak tekrar çatladı, sessizlikte yumuşak bir çınlama yankılandı. Çekirdeği delen bir başka kıymık. Bildiğini sandığı her şeyi delen bir başka fay hattı.
Lucavion'a baktı, öfkeyle değil.
İnanamadan.
Aşağılanma yüzünden değil.
Ama imkansızlıktan.
Bu adam — bu hiç kimse, evi, unvanı, geçmişi olmayan —
Her şeyi mahvetmişti.
Eser. Teknik. On yıllarca süren hesaplı, kraliyet eğitimi.
Lucavion bunların içinden dans etmiş.
Onları yakıp kül etmişti.
Onu yiyip bitiren alevler bile çığlık atmamıştı.
Ve Seran...
Anlamıyordu.
Anlayamıyordu.
"Nasıl...?"
Onun gibi biri, bir sıradan insan, nasıl böyle bir güce sahip olabilirdi?
Soylu sistemin, soyların, ritüellerin, mühürlü odaların, İmparatorluğun kutsanmış potalarının dışında kalan biri nasıl...
Nasıl...
"Nasıl orada öyle durabildin?"
Lucavion şimdi bile konuşmuyordu. Övünmüyordu. Seran'ın bir zamanlar başkalarını küçümsediği gibi onu küçümsemiyordu.
Sadece orada duruyordu.
Oradaydı.
Kesin.
Sarsılmaz.
Seran'ın bir parçası çığlık atmak istiyordu. Bunun haksızlık olduğunu söylemek. Gerçeği öğrenmek. Bunun bir oyun olduğunu, arkasında birinin olduğunu ısrarla söylemek. Bir asilzade, bir sponsor, uzun zamandır unutulmuş bir usta, perde arkasından ipleri elinde tutan biri.
Ama gerçek...
Ona bakıyordu.
Hiçbir iplik yoktu.
Kukla yoktu.
Sadece o vardı.
Lucavion.
Ve Seran...
Bunu durduramadı.
Dudakları aralandı. Soru ağzından çıktı—bir meydan okuma olarak değil, bir başkaldırı olarak değil.
Fısıltı gibi.
"...Neden?"
Lucavion'un kaşları hafifçe kalktı.
Seran'ın boğazı sıkıştı.
"…Neden bunu yapıyorsun?"
Sözcükler çok küçük, çok kırık geliyordu.
Ne demek istediğini bile bilmiyordu.
Neden bana saldırdın?
Neden beni ezip geçtin?
Neden böyle bir varlık var?
Neden kimseye ait değilmiş gibi savaşıyorsun?
Çünkü ben öyle yapıyorum.
Ben ait olmak için yaratıldım.
Ama Lucavion... öyle değildi.
O sadece orada duruyordu, yalnız.
Ve güçlü.
Ve özgür.
Seran ona bakarken sesi titredi.
"Neden... senin gibi biri...?"
Lucavion'un estok hafifçe eğildi.
Lucavion, kelimeyi tekrar ederken estokunu hafifçe eğdi.
"Neden?"
Sesi sessizdi.
Ama sonra gülümsedi.
Yumuşak değildi.
Nazik de değildi.
Yüzünde geniş bir sırıtış belirdi — keskin ve tamamen dengesiz. Siyah gözlerinin arkasında ilkel bir şeyin parıltısı dans ediyordu, kaostan doğan delilik değil, keskin bir kenara kadar keskinleşmiş berraklık.
Ve cevap verdi.
"Çünkü istiyorum."
Seran'ın geri çekilmeye zar zor vakti oldu.
—SHHNK.
Estoc sadece bir santim ileriye doğru hareket etti.
Bir bıçak darbesi değil.
Bir kesik.
Temiz, kasıtlı, Seran'ın yanağına derin bir çizgi atacak kadar derin. Kan hemen akmaya başladı, soğukta sıcak ve kırmızı.
Lucavion'un gülümsemesi kaybolmadı.
"Seni burada öldürmeyeceğim," dedi, sesi alçak ve gerçekçiydi. "Öldürsem de."
Seran donakaldı.
Çünkü bu doğruydu.
Yapabilirdi.
Seran'ın teçhizatına yerleştirilmiş eser — onu zafere ulaştırmak, kılıcını ölümcül bir silaha dönüştürmek için güvendiği eser — hâlâ aktifti.
Son nefesini vermek için bekleyen bir uğultu gibi hissedebiliyordu.
Ve Lucavion bunu görebiliyordu.
Hissedebiliyordu.
Bu da demek oluyordu ki, onu kırabilirdi.
Geçersiz kılmayı bozabilirdi.
Onu burada öldürebilirdi.
Ve kimse onu durduramazdı.
Seran'ın nefesi kesildi, kalbi göğüs kafesinde çarpıyordu.
Lucavion biraz daha yaklaştı.
"Nedenini biliyor musun?" diye tekrar sordu, nazikçe. Bıçak sonunda çekildi.
Sonra adım adım ilerledi. Yavaşça. Acele etmeden. Sanki kavga hiç olmamış gibi. Sanki burası mana ve yıkımla kaplı bir savaş alanı değilmiş gibi.
Seran'ın tam önünde durdu.
Ve sonra, nazikçe, bir elini omzuna koydu.
Seran seğirdi — vücudu hareket etmek için çığlık atıyordu, ama kasları itaat etmiyordu.
Lucavion eğildi.
Yakın.
Çok yakın.
Ağzı Seran'ın kulağının yanındaki havayı okşadı.
Ve fısıldadı.
"Çünkü bir mesaj bırakman gerekiyor."
Sonra...
Geri çekildi.
Lucavion'un serbest eli yükseldi, parmakları uzandı.
Ve Seran'ın göğsüne bastırdı.
—FWSSSSSHHHHH.
Alev anında tutuştu.
Yok etmek için değil.
Ama işaretlemek için.
Sadece ısıyla değil, hassasiyetle de yaktı. Acı, kemiğe çakılan bir damga gibi Seran'ın göğsünü deldi. Dişlerini sıktı, çığlık atamadı, yere yığılmadı.
Lucavion onu orada tuttu, hareketsiz tuttu, parmakları eski, keskin ve kasıtlı bir şeyin közleriyle parlıyordu.
Sonra konuştu.
"Efendin."
Sesinde hiçbir ağırlık yoktu.
Ağırlığa da ihtiyacı yoktu.
"Onu almaya geliyorum."
Acı daha da derinleşti.
Sonra Lucavion elini çekti.
Seran'ın göğsünden duman yükseldi, zırhı yanarak açılmıştı. Parçalanmış kumaşın altında, hala yanan ateşin iziyle kazınmış bir işaret vardı.
Bir taç.
Güzel değildi.
Asil değildi.
Çatlamış.
Çarpık.
Egemenliğin alay konusu.
Seran'ın bakışları düştü — gördü — ve bu kavga ile kendi dünyası arasındaki son illüzyon da çöktü.
Lucavion bir adım geri çekildi, hala onu izliyordu.
Ve sonra — sakin, acımasız, sessizce —
"Onun işe yaramaz tacını alacağım."
Bölüm 682 : Bırakılan bir mesaj
Sorun Bildir
Karşılaştığınız sorunu detaylı bir şekilde açıklayın:
comment Yorumlar