Hıçkırıkları şimdi daha şiddetliydi.
Yere çöktü, kollarını sıkıca kendine doladı, titrek parmakları arasında hala aynayı sıkıca tutuyordu.
Durduramıyordu.
Durmak da istemiyordu.
Çünkü...
Çünkü o gitmişti.
Acı.
Yorgunluk.
Yıllardır onu zincirleyen, kaçınılmaz bir lanet gibi derisine yapışan, ondan çok şey çalan hastalık.
Gitmişti.
Tamamen, tamamen gitmişti.
Kırık bir nefes kaçtı, omuzları şiddetle titriyordu.
"Bunca zaman..."
Bunca zamandır, bununla mücadele ediyordu.
Her nefes bir mücadeleydi. Her adım bir savaştı. Her gün, zayıf olduğunu bilerek yaşıyordu.
Ne kadar mücadele ederse etsin, ne kadar yaşamak isterse istesin, vücudu ona izin vermeyecekti.
O kadar uzun süredir ölmek üzereydi ki, hayatta olmanın nasıl bir his olduğunu unutmuştu.
Ama şimdi...
Şimdi, özgürdü.
Bu gerçeğin kemiklerine kadar işlediği anda, boğuk bir çığlık dudaklarından döküldü.
Nefes alabiliyordu.
Hareket edebiliyordu.
Sonunda, sonunda...
Yaşayabiliyordu.
Gözlerinden kontrolsüz, durdurulamaz bir şekilde yaşlar akıyordu.
Mutluydu.
Uzun zamandır ilk kez...
Gerçekten, tamamen mutluydu.
Ve bu çok fazlaydı.
Ellerine gömülerek hıçkırarak ağladı, tüm bu yükün ağırlığı üzerine çöktüğünde vücudu içe doğru kıvrıldı. Acı. Umut. Umutsuzluk. Rahatlama.
Lucavion hiçbir şey söylemedi.
Ama gitmedi.
Arkasını dönmedi.
Onunla alay etmedi.
Sadece orada durdu — sessizce, bekleyerek.
Sanki bu anın kaçınılmaz olduğunu başından beri biliyormuş gibi.
Nefesi hâlâ titriyordu, ama yavaşça, yavaşça başını kaldırdı.
Göz kapaklarında hala gözyaşları vardı, sıcak damlalar yanaklarından aşağı akıyordu, ama kendini zorlayarak bakmaya çalıştı.
Ve orada duruyordu.
Lucavion.
Mağara duvarına rahatça yaslanmış, kollarını göğsünde kavuşturmuş, siyah gözleri loş ışıkta parıldıyordu.
Ve gülümsüyordu.
Her zamanki alaycı sırıtışı değil. Onu boğmak istemesine neden olan kibirli, dayanılmaz sırıtışı da değil.
Hayır, bu gülümseme daha sakindi.
Kararlı. Bilge. Eğlenceli, ama kaba değil.
O sadece onu izliyordu.
Onun bir anda parçalanıp yeniden bir araya gelmesini izliyordu.
Ve sonra...
İçinde bir şey tıklandı.
Aeliana'nın kehribar rengi gözleri büyüdü.
"Bu onun sayesinde."
Bu adam sayesinde.
O imkansız canavarla savaşan oydu.
Onun ölmesine izin vermeyen oydu.
Onun önünde duran, kanlar içinde, yaralı ama kıpırdamayan oydu.
Ona umut veren oydu.
Onu bu lanetten kurtaran oydu.
O,
Onun anlamsız hayatına renk katan oydu.
Aeliana'nın göğsü sıkıştı.
Parmakları kıvrıldı, kalbi hızla atıyordu, kulaklarında gürültüyle çınlıyordu...
Ve düşünmeye bile fırsat bulamadan...
SWOOSH!
Hareket etti.
Hayır, sıçradı.
"Eh—?"
Lucavion, kolları onu sarmadan önce tepki verecek zamanı bile bulamadı.
Sıkıca. Çaresizce.
Çarpmanın etkisiyle mağara duvarına doğru geriye doğru savruldu, vücudu bir an gerildi — çünkü o bunu hiç yapmazdı.
O asla ilk olarak ona dokunmazdı.
Ama şu anda...
Şu anda, kendini durduramıyordu.
Yüzünü onun göğsüne gömdü, parmakları onun paltosunun kumaşını kavradı, vücudu tekrar titremeye başladı — ama bu sefer, üzüntüden değil.
Daha sıcak bir şeyden titriyordu.
Adını koyamadığı bir şeyden.
Ve sonra... sesi geldi.
Yumuşak. Kırılgan. Ham.
"Teşekkür ederim."
Lucavion hafifçe gerildi.
Ama Aeliana bırakmadı.
Parmakları sıkılaştı, nefesi titriyordu, gözyaşları ikisini ayıran kumaşı ıslatıyordu.
"Her şey için teşekkür ederim."
Ve ilk kez...
Bunu içtenlikle söyledi.
Lucavion hareketsiz durdu.
Aeliana'nın kolları onu sarmış, vücudu ona yaslanmış, sıcaklığı paltosuna yayılmıştı.
O kıpırdamadı.
Onu itmedi.
Onu daha sıkı sarılmadı da.
Bunun yerine, kolları havada garip bir şekilde asılı kaldı, elleri hafifçe kasıldı — sanki nereye koyacağını bilemiyormuş gibi.
Ve sonra...
Konuştu.
"Neden bana teşekkür ediyorsun?"
Sesi yumuşaktı, ama altında başka bir şey vardı.
Okunamayan bir şey.
"Beni bir daha asla affetmeyeceğini söylememiş miydin?"
Aeliana cevap vermedi.
Hatta kıpırdamadı bile.
Sadece yüzünü ona daha da yaklaştırdı, daha da yakınlaştı, nefesi onun cildine sıcak bir şekilde değiyordu.
Parmakları onun paltosunun kumaşına kıvrıldı, sanki bırakmaktan korkuyormuş gibi tutundu.
Artık onu hissedebiliyordu.
Yumuşak, düzenli nefesini.
Vücudunun onun vücuduna hafifçe erimesini.
Ve yine de...
Bir şey eksikti.
Bir şey ters gidiyordu.
Lucavion sessizce nefes verdi.
Siyah gözleri aşağı indi, kabul etmek istemediği bir şeyin parıltısıyla.
"Hey..." diye mırıldandı, sesi hafifçe alçaldı.
Dudakları neredeyse hiç kıpırdamadı.
"Küçük köz."
Aeliana tepki vermedi.
Hareket etmedi.
Geri çekilmedi.
Lucavion başını hafifçe eğdi, altın küpesi mağarada hâlâ kalan loş yıldız ışığını yakalarken yüzündeki ifade okunamazdı.
"Cevap vermeyecek misin?"
Aeliana sonunda kıpırdadı.
Başını yavaşça kaldırdı, kehribar rengi gözleri ışıkta parlıyordu — yumuşak, ama yakıcı.
Çenesi onun göğsüne yaslandı, nefesi onun cildine sıcak bir şekilde değdi.
Lucavion onu izledi; bakışlarının kaymasını, tereddüt etmesini, aramasını izledi.
Ve sonra...
O gördü.
Onun siyah irislerinde küçük bir kıvılcım.
Geçici. İnce.
Sanki o...
Bekliyor gibi.
Ya da belki...
Belki de sadece bir yanılsamaydı.
Lucavion başını hafifçe eğdi.
"Sen mi?"
Aeliana yutkundu.
Boğazı sıkışmıştı. Göğsü de çok doluydu.
Ve sonra...
"Ben yapmayacağım..."
Lucavion'un dudakları seğirdi.
"Yapmayacak mısın?"
Aeliana onun paltosunu daha sıkı kavradı.
Sesi çok küçüktü, fısıltıdan biraz daha yüksekti, ama sarsılmazdı.
"Seni asla affetmeyeceğim."
Lucavion gözlerini kırptı.
Sonra...
Dudakları hafifçe kıvrıldı.
"Öyle mi?"
Aeliana'nın nefesi kesildi.
Bakışları titredi.
Onun siyah gözlerinden dudaklarına doğru.
Kalbi hızla attı.
"Seni asla affetmeyeceğim," diye fısıldadı yine.
Lucavion'un sesi alçak, yumuşak ve okunaksızdı.
"Anlıyorum."
"Seni asla affetmeyeceğim."
"Anlıyorum."
"Asla affedilmeyeceksin."
Lucavion bu sefer hemen cevap vermedi.
Bir an için...
Kısa, sessiz bir an...
Siyah gözleri hafifçe indi, arkasında bir şey parladı.
Sonra...
Aeliana keskin bir nefes aldı.
Ve sonunda...
O söyledi.
"Bu yüzden..."
Parmakları daha sıkı kıvrıldı.
Nefesi ona değdi.
"Sen her zaman benim yanımda kalacaksın."
Sessizlik.
Lucavion'un dudakları, sanki bir şey söyleyecekmiş gibi hafifçe açıldı...
Ama söylemedi.
Sadece bakakaldı.
Ve sonra...
Gülümsedi.
"Sen oldukça şımarık bir genç hanımsın, bunun farkında mısın?"
"Hehehehe..."
Bölüm 451 : Söz (3)
Sorun Bildir
Karşılaştığınız sorunu detaylı bir şekilde açıklayın:
comment Yorumlar